Ne demiştik başlarken; BİR ÇANAKKALE HİKAYESİ.
DAL-KAVUKLAR.! diyerek başlamıştık..Şöyle bir özet geçerek başlayalım;
Genelde veya Yerelde Bu dalkavuk tayfa iktidar yada güç sahibi olan siyasi yapılarda çok hızlı bir şekilde örgütlenir.Önce iktidarın şehir yapıları ele geçirilir.Eşler,çocuklar,yeğenler,yakınlar,akrabalar şehir yapılanmasının farklı kademelerinde görevler alırlar.
Daha sonra şehir yapısının tepesine bu çeteyi sevk ve idare eden bir kaç sermaye ağası getirilir.Tam anlamıyla bir menfaat ve çıkar grubunun kontrolüne geçen iktidar gücü sırasıyla belediyeler, üniversiteler ve diğer kurumlar üzerinde hakimiyet kurup hareketin LİDERİNE yalan ve yanlış bilgiler vererek liyakatten ve ehliyetten yoksun daha çok yalakalıkta ve dalkavuklukta kimseye sıra vermeyen tipleri bu önemli kurumların başına getirirler.Ve bu çark bir döngü şeklinde gider gelir..Taki iktidar olmanın verdiği hazla herşeyi sömürene kadar.
Davanın,Hareketin kalbinden gelmeyen bu çıkarcı grup şehri ayakta tutan direkleri birer birer ele geçirince başlarlar bir süre sonra demirden, çelikten mermerden kuleler kaleler yapmaya. Hepside birer kibir ve ego abidesi oluverir.Millete tepeden bakmalar,hor görmeler,adam kayırmalar alır başına gider.
Davanın Hareketin içindeki ve LİDERİN etrafındaki hakikat savunucularını birer birer bertaraf ederler. Saflar/SAF-A yatanlarla dolup taşar.
Dava rafa kalkar dava adamı ise olur davalık.
Daha önce de demiştik;Kovulur ev sahibi, olur yavuz hırsız itibar sahibi.
Sonuç: Büyük bir ümit beslenen siyasi Davada başlar bir çürüme ve yozlaşma.
ÇARE Mİ :Vakit çok geç olmadan bu yalaka ve dalkavuk takımından siyasi HAREKET ve DAVA kurtarılıp asil sahiplerine iade edilmelidir.
Bu Yazımı yaşanmış bir hikaye ile de taçlandırmak istiyorum ;
Hikaye,Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Savarona yatında geçiyor.Dostlarına yatta sohbetli eğlenceli bir akşam yemeği veren Gazi Paşa sohbetin en koyu anında bir soru sorar arkadaşlarına.Gazi Mustafa Kemal Atatürk derki “söyleyin bakalım ben ölünce bu millet arkamdan ne der acaba” . Başlar bir yalakalık ve dalkavukluk yarışı…Kimisi yüzyılın adamı, kimisi dahi üstü dahi, kimisi daha da ileri giderek işi peygamberliğe kadar götürür. Gazi tebessüm içinde muhataplarına acıyacak bir şekilde bakarak: Hayır! Hiç birinizde bilemediniz. Ben öldükten sonra bu millet arkamdan ne diyecek biliyor musunuz? Bu adamın etrafındaki bu puşt, pezevenk takımı olmasaydı bu adam çok daha büyük işler başaracaktı diyecek.” Ortamı bir süre bir sessizlik alır ve sonrasında Gazi Paşanın içten ve acı tebessümü ile çevresindekilerce eğlenceye devam edilir.”
Bu Hikaye,bu yazdıklarım, bu olaylar,bu bahsi geçen aktör ve kahramanlar,Çanakkale’de yaşayanlara ve Çanakkaleyi yaşayanlara Tanıdık Geldi mi.?
Türkiye’deler Çanakkale‘deler,Onlar her yerdeler… İdarede, bürokraside, belediyelerde, kurumlarda, dairede, üniversitelerde, şirkette, sokakta, kafede… Sayıları da gün gittikçe artıyor…
Yalakalık bir ruh hali ve karakterdir. Satıcısı ruhunu satar, alıcısı ise çevresindeki yalakalar üzerinden itibarının yükseldiğini zanneder kimi zaman .
Yalaka, üstlerine karşı alabildiğine sevecen, diğerlerine karşı o derece uzak ve soğuktur. Fırsat eline geçtiğinde altındakilerin ne ürettiğine bakmaksızın acımasızca ezer…
Yalaka, üstlerinin ahlaka, hukuka, insanlığa ve her türlü ilke ve duruşa ters taleplerine asla “hayır” demez. Sürekli el ovuşturur, gerdan kırar… Çok kıvraktır
O, insanlık bilmez, iyiliği, hayrı anlamaz; onun vefası, duruşu, karakteri yoktur. Hayatında menfaati karşılığı olmayan hiçbir işi ve hesabı yoktur. İnsan suretinin altında, çıkarlarına ulaşacak basamaklar olan sahte bir gülüşle kaplı suratı ve şeytanca yönettiği ilişkiler yumağı vardır.
İçi boş teneke gibi olan yalaka için şekiller, biçimler, suretler çok önemlidir. Yalaka, genellikle sıkı bir narsisttir.O, kendi bedenine, menfaatlerine ve şeytani aklına taparcasına Aşıktır…
O yusyuvarlak bir toptur. Yuvarlanamayacağı mecra, giremeyeceği delik, şeklini almayacağı kap yoktur… Yalaka için yegane kıble, çıkarları, istek ve hevesleridir.
Gerçek bir insanın en önemli organları olan kalp ve beynin yerini yalakada “dil” alır. Onunla üstlerinin duymak istediklerini anlatır; yalan söyler; çarpıtmalar yapar, gevezelik eder. O, GÜZEL KONUŞMA yani cerbeze sanatının ustasıdır. Aynı dille yağ çeker,şirinlikler yapar… Aynı dille, el, ayak, hangi organ önüne çıkarsa yalar. Onunu için bu dilin önemi, ona çıkarlarını, konumunu, makamını koruyacak; onu daha yukarı taşıyacak bir koruma sağlamasıdır.
Ruhunun, kalbinin, aklının boşluğunu markalarla, lüks araçlarla, afili araç-gereçlerle kapattığını düşünür. Onun dünyasında ilke, kural, erdem ve gerçek yoktur. İlkesizlik hayatının kuralıdır… Küçük menfaatleri için bütün dünyayı ateşe verebilir.
Yalaka için vatan yoktur, yurt yoktur, kurum menfaati ve dostlarının değeri yoktur. Her biri geçici birer binek ve araçtır. O, liyakatle tırnaklarıyla dişleriyle hak ederek yükselenler gibi değil, yalaya yalaya yükselmeye çalışır.
Yalaka, tutarsız, kimliksiz ve kişiliksizdir. Sabun gibi elden kayıp gider. Rüzgar gülü gibi hızla yön değiştirir. Dışarıya aksini göstermeye çalışsa da yalakanın fikirleri, ilkeleri ve inançları yoktur. Zeytinyağı gibi suyun her zaman üstündedir… O hiçbir sonuç ve başarısızlıktan sorumlu değildir!
Yalakanın tanrısı menfaatidir. Araçları ve basamakları ise çevresinde onun menfaatlerine hizmet edecek ve kendilerine dost gibi davrandığı, ama gerçekte köle gibi gördüğü, kullanabileceği insanlardır. Hedefi ve sloganı, daha yukarısı, hep daha yukarısıdır.O baştan ayağa bir ihtiras küpüdür.
Yalaka, kaostan beslenir; kargaşa onun beslendiği azığıdır, gıdasıdır. Çünkü, kaos ve kargaşada mesleki yetersizlikler görülmez; uzmanlıklara bakılmaz; sadece peçete karakterinde kullanışlı insanlar ve araçlar aranır.!
Yalaka için devletin, idarenin, bürokrasinin, üniversitenin, çalıştığı kurumun, dairenin, derneğin, vakfın ve insana hizmet edebilecek hiçbir organizasyonun değeri yoktur. Onun için bütün bu varlıklar, sözde/söylemde kullanabileceği ve kendisine hizmet ettiği kadar mana taşıyan kalıplardır.
Yalakaların sardığı kurumlar gelişemezler… O kurumlarda şeklen, sureten işler çok güzel yürür. Gerçekte ise yalakaların sardığı kurumların içi boştur, anlamsız, plansız ve hedefsiztir.
Yalaka, gevezelik,el çabukluğu ve göz boyama ile kendi yetersizliğini ve beceriksizliğini kamufle etmekte oldukça mahirdir. Başarısızlıklarının her zaman yüzlerce bahanesi vardır. Laf kalabalıkları arasında gerçeği örtmeyi başarmakta oldukça başarılıdır. O, ölçülebilir değerlerden ölümden korkar gibi kaçar.
Yalakalar, kurum, toplum, millet vs. için asla risk almazlar; inisiyatif kullanmazlar… Sorumluluklar ortaya çıktığında sıvışıp meydandan yok oluverirler… Başkalarının başarılarının üstüne atlayıp yağmalamayı da çok iyi bilirler ve fark edilmediklerini zannederler… Ama girdikleri çadırlarda kuyrukları hep dışarıda kalır.
Onlar, hayırda, iyilikte, insanlıkta öncülük yapmazlar. Yeteneklerini sadece kendi basit çıkarları için kullanırlar… Diğerlerinin işlerini zorlaştırır, ön açmaz, yol ve çığır açamazlar, açık yolları da kapatırlar… Sürekli bir tıkaç görevi görürler.
Yalaka, ayrık otu gibi ayırır ve sarmaşık gibi sarar… O, sırnaşıktır, utanmazdır, yüzü kalındır… Bulunduğu yerde diğer yalakaları bir mıknatıs gibi kendisine çeker. Birbirleriyle menfaatleri çatışmadığı sürece aralarına kemik atılmamış köpekler gibi kardeşçe ve sürü halinde yaşayabilirler. Ama ahenklerini bozmaya tek bir kemik parçası bile yeter…
Onlar, zor gördüğü ve bedelini ödeyemediği uzmanlık, bilgi, yetenek ve topluma katkılarıyla yükselmezler… İlişkileri ile yükselirler… Aklı, becerileri ve kişiliğinin üstünde yükselenler gibi değil, yükselmek için başka yerlerini kullananlara benzerler. Yalakanın ırkı, cinsiyeti, dini, mezhebi, ideolojisi fark etmez; yalaka yalakadır.
Onlar, yalakalıkları ödüllendirildikçe azgınlaşıyorlar; amip hücreleri gibi bölünmeyle çoğalıyor ve daha yukarılara doğru sel gibi taşıyorlar ve birbirlerini de taşıyorlar.Çevrelerini bozuk bir daireye sokarak kaliteyi aşağıya çekiyorlar.
Ancak şunu da tespit etmeliyiz: Aynen rüşvet suçu gibi, yalakalığın alıcısı olmazsa, satıcısının malı elinde kalır.Bakın şöyle bir çevrenize sokağınıza mahallenize çalıştığınız kurumlara,siyasi ve bürokratik mecralara özetle bir bakın Çanakkale’ye ne kadar artıyorlar değil mi.. hemde bir o kadar tanıdıklar size de.. Ne demiştik onlara ve sahiplerine ”SUSTURURUZ SUSAR MI SANDINIZ,
Unutulur Unuttururuz mu Sandınız..Her daim HATIRLATACAĞIZ, Görmediklerinizi görecek, Bilmediklerinizi de öğreneceksiniz ” diyor saygılarımızı sunuyoruz.Kalın sağlıcakla