Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülen Maden Yasası teklifi, İYİ Parti Çanakkale Milletvekili Rıdvan Uz’un tepkisiyle karşılaştı. Yasa teklifinin çevre, tarım alanları ve özellikle zeytinlikler üzerindeki yıkıcı etkilerine dikkat çeken Uz, “Zeytin sabundur, yemektir, geçimdir, düğündür. Zeytin ağacı taşınmaz, taşınırsa kurur. Bu yasa sadece ağacı değil, kültürü de söküp atıyor” ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı yetkileriyle tek merkezden verilen madencilik kararlarının Anayasa’ya açıkça aykırı olduğunu vurgulayan Uz, teklifin derhal geri çekilmesi gerektiğini söyledi.
Rıdvan Uz konuşmasında;
“Zeytin sadece meyve değildir. Zeytin sabundur, yemektir, geçimdir, düğündür. Zeytin ağacı taşınamaz.Verim vermez.”
Maden kanunu üzerine İYİ Parti Grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Gazi Meclisimizi ve televizyonları başında bizleri izleyen kıymetli Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Görüştüğümüz bu kanun teklifi topraklarımızla, ormanlarımızla, zeytinliklerimizle, meralarımızla ve en önemlisi geleceğimizle doğrudan bağlantılı bir kanun teklifi. Bu coğrafyada yaşayan halkımızın, milletimizin genel menfaati yerine tercih edilen, uydu marifetiyle koordinatları dahi verilmiş adrese teslim işlerdir.
Bu teklif, kamu yararı ilkesini değil rant ekonomisini esas almıştır. İktidar, kamu yararı yerine yandaşı gözetmektedir.
Doğal ve kültürel varlıklarımız yerine vahşi madencilik kollanmaktadır. Bu kanun teklifi bir yandan çevreyi, zeytinlikleri, ormanları ve meraları tehdit ederken öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve hukuk devletine meydan okuyan bir kanundur.
Kıymetli milletvekilleri, teklifin geneline baktığımızda karşımıza şu tablo çıkıyor:
1) ÇED yani çevresel etki değerlendirmesi süreçleri zayıflatıyor.
2) Tüm izin süreçleri MAPEG’e devrediliyor yani Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğüne.
3) Ormanlar ve meralar madenciliğe açılıyor.
4) “Rehabilitasyon” adı altında doğayı ticarileştiren bir sistem getiriliyor.
5) İtiraz süreçleri ortadan kaldırılıyor.
6) “Görüş bildirmeyen kurum olumlu görüş vermiş sayılır.” gibi bürokrasiyi susturan düzenlemeler getiriliyor ve tüm bu yetkiler yürütme erkinin mutlak kontrolündeki özel bir kurula devrediliyor.
Nedir bu kurul?
Bu kurul Cumhurbaşkanınca bizzat atanacak bir Cumhurbaşkanı yardımcısı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yani ortaya koyulan bütün bu dört Bakanlığın yanı sıra bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı ama burada orman ve meraları ilgilendiren ve dolayısıyla Tarım ve Orman Bakanlığına ait olan bu alanlar olmasına rağmen burada Tarım ve Orman Bakanlığı da bulunmuyor. Yani kurulun nasıl çalışacağına dair de “usul ve esasları Cumhurbaşkanının daha sonra çıkaracağı bir yönetmelikle belirlenecek.” diyor. Yani şurada bir kural koyucu var, Cumhurbaşkanı; bir kural uygulayıcı var, Cumhurbaşkanı; bir karar verici var, Cumhurbaşkanı; hem yürütme hem de denetleyici Cumhurbaşkanı; tek bir irade, tek bir merkez, tek bir merci o da Cumhurbaşkanı. Peki, bu tek el ne diyor? Diyor ki: “Orman ve meralar bedelsiz olarak MAPEG’e devredilir.”Peki, başka ne diyor?
“IV. Grup madenler” diyor, altın, gümüş, demir, çinko, krom, kömür gibi. Ve bunun yanı sıra “stratejik ve nitelikli madenler” diyor “Bunlar herhangi bir izne tabi olmaksızın, üstün kamu yararı gözetilerek Cumhurbaşkanının belirlediği bu kurul vasıtasıyla değerlendirilir, izinleri verilir.” diyor. Yani ormanın yeri, yani hazinenin yeri, yani vatandaşın yeri herhangi bir uyarıya dahi gerek duymaksızın -“o mala çökme” denir kısacası- Cumhurbaşkanının bu kuruluyla buraya çökülür. Diyor. Peki, Anayasa’mız ne diyor? Anayasa’nın 169’uncu maddesi ormanların kamu yararı amacıyla dahi olsa daraltılamayacağını, ormanların devlet eliyle korunacağını ve bu alanların mülkiyetinin devredilemeyeceğini hükmünü içeriyor. “Bana ne Anayasa’dan!” diyorsanız, ona bir şey diyemeyiz.
Peki, bütün bunları Anayasa’nın 169’uncu maddesine itiraz edip, bu uygulamayı, Anayasa’yı takmıyorum diyorsanız, yeni Anayasa’yı bu Meclise niye dayatmaya çalışıyorsunuz? “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!” derler. Kıymetli milletvekilleri, ayrıca “Kurumlar ÇED süreciyle ilgili olarak üç ay içerisinde görüş zorunluluğu bildirmektedir.” diyorsunuz. “Üç ay süre zarfında, bürokrat, memur, kurum, ilgilisi bununla ilgili bir karar vermezse bir ay ek süre verilir.” diyorsunuz. Bu ek süreyi de doldurduktan sonra olumlu veya olumsuz bir karar vermez ise o zaman diyorsunuz ki “Olumluymuş gibi değerlendirilir.” Yani, bürokrata “Sen kararını verme kardeşim, bu yasaya da aykırıysa sen herhangi bir zorunluluğa girme, biz seni kurtaracağız, sen bunda çekimser kal; olumlu ve olumsuz karar verme. Biz, bunu olumlu görüş olarak belirteceğiz.” diyorsunuz. Bu düzenleme, çevre koruma ve kültürel mirasın geri plana atılmasına da sebebiyet veriyor. Ayrıca, çevre koruma ilkelerini yatırım kolaylığı bahanesiyle rafa kaldırıyor.
Bunun sonucunda, bakın, kurul yetkisiyle çok önemli sit alanları, turizm bölgeleri ve sulak alanlar fiilen maden sahasına çevrilebiliyor; yani bir yerde sit alanı varsa, tarihî bir sitse buraya da izin veriliyor ve deniyor ki: “Eğer burada tarihî sit varsa, siz de işleme başladıktan sonra böyle bir yapıyla karşılaşırsanız o zaman biz bu işi durdururuz.” Zaten tarihî sit, böyle bir alana neden izin verilir? Bunu da kamuoyunun takdirine bırakmaktan başka çaremiz yok. Kıymetli milletvekilleri, bu teklifin her bir maddesi tek tek incelendiğinde, sadece teknik düzenlemeler değil doğrudan doğruya doğaya, tarıma, hukuka ve milletin hakkına yönelmiş ciddi tehditler içerdiğini açıkça da görmekteyiz.
Kanun teklifinin ilk maddesiyle, Çevresel Etki Değerlendirmesi yani ÇED kararı olmaksızın yatırımcının teşvik, izin, onay ve ruhsat başvurularını yapabilmesine olanak tanıyorsunuz. Bir şirket bir maden veya enerji yatırımı için başvuruda bulunuyor, henüz çevresel etkiler değerlendirilmemiş, o faaliyet o bölgede neye zarar verecek belli değil ama şirket tüm izin süreçlerini başlatabiliyor. Bu, çevre hukukunun temel ilkesi olan önleyici değerlendirme ilkesini açıkça ihlal. ÇED’in ruhu önceden tespit, önceden önlemdir. Yatırımcı tüm süreçlerini başlatıp belli aşamalara geldikten sonra “Hadi bakalım, ÇED’i de bir aradan çıkaralım.” diyecek. O noktada ÇED’e “hayır” demek bürokrat için artık siyasi baskı altında karar vermek anlamına gelecek yani bu düzenleme, bürokrasiye doğrudan yatırım lehine karar alma baskısından başka bir şey değildir.
Bir diğer maddede ise çevre teminatı kaldırılıyor, yerine belirsiz bir rehabilitasyon bedeli getiriliyor. Rehabilitasyon bedeli olarak ayrı ayrı kalem yapılmalı ve aksine teminat güçlendirilmesigerekirken siz “Doğayı kirlet, sonra para ver ve temiz sayın.” mantığı işletiyorsunuz.
Diğer bir maddede ise “stratejik maden” tanımı yapılmadan acele kamulaştırma getiriyorsunuz.
Açıkça mülkiyet hakkını tehdit ediyorsunuz, hukuki güvenliği ortadan kaldırıyorsunuz. Bugün çiftçinin toprağını kamulaştırır, yarın aynı modeli de şehirde de uygulamaya başlayabilirsiniz. O hâlde buradan soruyorum: Bu yasa hem maden yasası hem de müteahhit yasasına benzemiş gibi durmuyor mu? Kanunun 7’nci ve 10’uncu maddesinde ise “Hangi alanların ihaleye açılacağına dair genel müdürlüğün tek başına karar verme hükmü vardır.” diyorsunuz. Bu, yolsuzluğun önünü açabilecek en önemli maddedir.
Ayrıca, ruhsatlandırma süreçleri de böyle bir keyfiyete bırakılmamalıdır. Kanunun 11’inci maddesi; bu 11’inci madde yalnızca hukuki değil, vicdani de bir sınav gibi duruyor. Teklifin en riskli, en çok tepki çeken ve millet vicdanında en derin yara açacak maddelerinden bir tanesi.
Hatırlatmak gerekir ki bu teklif önceki yıllarda AK PARTİ iktidarı tarafından defalarca Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilmiş ancak her seferinde kamuoyunun ve çevre örgütlerinin yoğun tepkisiyle geri çekilmek zorunda bırakılmış. Yine aynı zihniyet, aynı düzenlemeyi bu kez torba yasa içinde gizleyerek Meclise getirdi. Komisyon görüşmeleri tam yirmi yedi saat sürdü. Bir anlamda, yangından mal kaçırır gibi Türkiye’nin en verimli arazilerini, en kadim tarım varlığını madenciliğe kurban eden bu düzenleme bir günde Komisyondan geçirildi ve Genel Kurula dayatıldı. Üstelik hiçbir ciddi etki analizi yapılmadan, çevresel ve sosyoekonomik boyutları göz ardı edilerek alelacele hazırlandı.
Bir ağacı toprağından koparıp başka bir yere taşımakla sadece biyolojik bir işlem yapmıyorsunuz, onu hayattan, kültürden, tarihten koparıyorsunuz.
Bu topraklarda zeytin sadece bir meyve değildir; zeytin sabundur, yağdır, yemektir, geçimdir, düğündür ve siz bugün Mecliste zeytine kıyıyorsunuz. Muğla’nın Milas, Yatağan ve Menteşe ilçelerinde 56 köy maden tehdidi altında; 10’u tamamen, 15’i zaten kısmen yok olmuş durumda. Bu bir asimilasyon değil midir? Bu bir kültürel yıkım değil midir? Milas ve Yatağan çevresinde risk altındaki alan yaklaşık 400 bin dönümdür.
Her dönümde ortalama 10 ila 20 ağaç bulunduğunu dikkate alırsak 4 ve 8 milyon civarında zeytin ağacını etkileyecektir. Şimdi, Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan termik santrallerine baktığımızda 23/12/2024 tarihinde Özelleştirme İdaresi tarafından devralınarak 3 şirkete devredilmiş ve bu devirden sonra iktidarın yani AK PARTİ’nin vermiş olduğu taahhütler var.
Şimdi, siz, muhalefet ile orada çalışan 5 bin işçi kardeşimizi, köylümüzü ve oradaki şirketleri karşı karşıya getirmeye çalışıyorsunuz. Taahhüdü veren sizsiniz, gereğini yapacak olan sizsiniz ama o vatan toprağı da hepimizin.
Üstelik maddeye göre zeytin ağaçlarının taşınamayacağı durumlarda diyorsunuz ki: “Tarım arazisi yerine hazine arazisi tahsis edilecek ve bu rayiç bedelle çiftçiyi kiralanacak.” Köylünün tarlasını alıyor, sonra da köylüye toprağını kiraya veriyorsunuz; bu, kabul edilebilir bir şey değildir. Zeytin ağacının köklerinden söktüğünüzde başka yere götürseniz bile ürün alamazsınız. Bunun örnekleri dünyada da mevcuttur, dünya sıralamalarında önemli yer tutan İspanya ve İtalya bunu daha önce denemişlerdir. İtalya, bir bölgede 231 zeytin ağacı taşımış, yüzde 80’i kurumuş, geri kalanında verim düşmüştür.Yine, İspanya’da da aynı durumla karşı karşıya kalınmıştır. Demek ki neymiş: Zeytin ağacı taşınmazmış.
Ayrıca, Zeytincilik Kanunu’nun açık hükümlerine rağmen bu düzenleme Anayasa’ya da aykırıdır çünkü tarım alanlarının ve zeytinliklerin kamu yararı olmadan daraltılması yasaktır. Siz, bunu üstün kamu yararı gibi muğlak bir ifadeyle baypas etmeye çalışıyorsunuz.
Kıymetli milletvekilleri, bazıları diyor ki: “Enerji lazım.” Elbette, elhak doğrudur. Cari açık var, evet, yirmi üç yılın sonunda elhamdülillah çok cari açığı oluşturdunuz. Evet, kıymetli madenlerimiz var elbette ama “Bu enerjiyi ne pahasına olursa olsun üreteceğiz.” demek, ne demek? Zeytinlikleri keserek mi yapacaksınız, ormanları yok ederek mi yapacaksınız, dereleri kurutarak mı yapacaksınız, köylüyü yerinden ederek mi yapacaksınız, yok edeceksiniz? Elbette, yeraltı kaynaklarımızı kullanmak hakkımız, maden aramak elbette doğru, yerli enerji üretmek elbette gerekli ama bunun da bir yolu, yöntemi var, bir hukuku var.
Zeytinliği, zeytin ağaçlarını sökerek kalkınma olmaz, köylüyü yerinden ederek refah gelmez, ormanı yok ederek gelecek kuramazsınız. Kıymetli milletvekilleri, bu maden kanunu teklifi kalkınma değil talandır, bu maden kanunu teklifi çevre koruma değil doğa sömürüsüdür, bu maden kanunu teklifi yatırım değil yıkımdır, bu maden kanunu teklifi hukuk değil keyfiyettir, bu maden kanunu teklifi kamu yararı değil yandaş menfaatidir.
İYİ Parti Grubu olarak bu yasa teklifinin derhâl geri çekilmesini talep ediyoruz. Hazırlık eksiğiyle, anayasal ihlallerle ve kamu zararıyla dolu bu teklif Meclisin vakarına ve milletin vicdanına uygun değildir. Yok eğer “Bu teklif inatla geçsin.” diyorsanız o zaman bilin ki bu teklif Anayasa Mahkemesinden döner, kamu vicdanında mahkûm olur, tarih önünde kara bir leke olarak kalır çünkü – bu millet- biz bu toprakları vatan bilip emanet sayıyoruz çünkü biz doğayı korumakla değil, aynı zamanda savunmakla da yükümlü olan bir milletiz. Kıymetli milletvekilleri, 14’üncü madde için de şunları söylemek isterim: Meralar varsa hayvancılık vardır, meralar yoksa gıda güvencesi dahi yoktur.
Bu maddeyle Mera Kanunu’na yapılan eklemeyle yenilenebilir enerji kaynak alanı yani YEKA olarak ilan edilen meraların tahsis amacının değiştirilmesi yani hayvancılıktan alınıp enerji yatırımlarına dönüştürülmesi öngörülüyor.
Böylece, 4342 sayılı Yasa’nın 4’üncü maddesinde korunan “Meralar amacı dışında kullanılamaz.” hükmünü bir kez daha deliyorsunuz, bundan önce 7 kez delmiştiniz.
Şimdi, AK PARTİ’nin iktidarında, 2008’den beri yaptığı gibi bir istisna daha ekleniyor ve meralar birer rant hâline getiriliyor. 2002’de yani iş başına geldiğinizde 26,5 milyon hektar tarım arazisi varken 2020 sonu itibarıyla bu miktar 23,1 milyon hektara düşmüştür yani yaklaşık 3,4 milyon hektar tarım alanı yok edilmiştir.
Bu ülkede meraları yok ederseniz hayvancılığı bitirirsiniz; hayvancılığı bitirirseniz yem ithalatına, et ithalatına mecbur kalırsınız işte bugün olduğu gibi. Yem maliyetlerinin tavan yaptığı, küçük üreticinin iflas bayrağı çektiği bir ortamda üreticinin elinde kalan tek şey meradır. Siz şimdi bu meraları enerji yatırımı bahanesiyle ellerinden alıyorsunuz.
Komisyonda sunduğumuz önerge ne yazık ki AK PARTİ milletvekilleri tarafından reddedildi.
Hayvancılığın bitmesi pahasına bu maddeyi siz kabul ettiniz ancak tarih bu kararı ve bu kalkan elleri unutmayacaktır. 19’uncu maddede ise lisanslı ve lisanssız ayrımıyla Anayasa’ya aykırı işlem yapıyorsunuz. Yani yasa dışı yapılar affediliyor, imar düzeni yok sayılıyor, hukuki denetim sıfırlanıyor; hepsini anladık da lisanslı ve lisanssız üretim tesisi arasında neden ayırım yapıyorsunuz? 16/1/2018 tarihinde TEDAŞ onayı almak şartıyla hepsine siz izin vermişsiniz.Bu da Anayasa’ya açık aykırı bir hükümdür. Kıymetli milletvekilleri, kurumlar sessizleştiriliyor, bilim insanları devre dışı bırakılıyor; yerel halkın, çiftçinin, çevre örgütlerinin iradesi yok sayılıyor; yetki, kamu adına değil, mutlak yürütme vesayeti adına yeniden yapılandırılıyor.
Peki, bu düzenlemeler kimin için? İç Anadolu’daki çiftçi için mi, Ege’deki zeytin üreticisi için mi, küçükbaş besicilik ve hayvancılık yapan için mi? Maalesef bu düzenlemeler maden sahası açmak isteyen dev şirketler için.
Peki, bu Meclis, doğayı talan etmek isteyen bir avuç rantçının kâr hırsını yasallaştırma yeri midir? Bu kürsü milletin toprağını pazarlık masasına sürenlerin sesi mi olmalıdır? Bu yüce çatı, Anayasa ihlallerine kılıf bulacak bir noter makamı değildir. İşte bu nedenle, İYİ Parti olarak bu teklifin bütününe karşıyız.
Biz, bu ülkenin taşını, toprağını, ağacını sadece emanet değil, namus bilen bir siyasi anlayışın temsilcileriyiz ve açıkça ilan ediyoruz: Bu teklif yasalaşırsa Anayasa Mahkemesinde yargılanır, kamu vicdanında mahkûm edilir, gelecek kuşaklar da bunu affetmez çünkü bu yasa bir ağacı sökmekle kalmayacak bir ağacın gölgesinde büyüyen kültürü de kurutacak, bir taşı yerinden etmekle yetinmeyecek o taşın üstünde yükselen yerel yaşamı da sarsacak.
Son sözümüz şudur: Bu topraklar rantın değil, adaletin ve bereketin toprağıdır; bu Meclis şirketlerin değil, milletin kürsüsüdür ve bu millet ağacına da merasına da anayasal hakkına da sahip
çıkacaktır.
İYİ PARTİ olarak biz de bu toprağın sesi, bu milletin vicdanı ve doğanın bekçisi olmaya
devam edeceğiz diyor ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.’’ İfadelerinde bulundu.