Ramada Resort Kazdağları & Termal Otel’in Sahibi ve Avukat Mehmet Öngen Independent Türkçe’ye röportaj verdi. Verdiği röportajda Kaz Dağların’dan, kendi çocukluğuna, turizmden, zeytinyağına kadar bir çok konuda Independent Türkçe’den Sayım Çınar ile konuştu.
Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi, Yeşilyurt Köyü’nde geçen çocukluğunuzdan başlamak istiyorum. Nasıl bir çocukluktu sizinki?
Harika bir çocukluk geçirdim. Henüz elektriği olmayan o zamanki ismiyle Büyük Çetmi İlkokulu’nda, Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmenle son derece donanımlı bir ilkokul dönemim oldu.
Daha önemlisi, esasen ilkokul mezunu bir köylü olan babam üç yayına aboneydi; günlük Son Havadis gazetesi, haftalık Hayat mecmuası ve aylık Tarih dergisi.
Akşamları gaz lambası ışığında, ocaklık (şimdiki adıyla şömine) başında bütün bu yayınları birlikte okurduk.
İlkokulu bitirdiğimde son derece geniş bir entelektüelite ve tarih bilgisi ile ortaokula başlamıştım.
Bir taraftan da beni eşeğinin arkasına bindirerek tarlaya götüren babamdan doğa sevgisi ve bilgisini yüreğime ve beynime nakşettim.
Kaz Dağları denildiğinde aklımıza siz de geliyorsunuz. Bu bölgeye verdiğiniz emeklerden söz edelim mi biraz?
Kaz Dağları’nın korunması ve geliştirilmesi adına ömrümün 35 yılı boyunca mücadele verdim. Son 35 yılım, bu çetin mücadelenin sayısız örnekleri ile dolu.
Kaz Dağları Otelcileri Derneği’nin (KAZOD) başkanlığını yürüttüğüm sırada, 2013 yılında Kaz Dağları Destinasyon Kongresi’ni düzenledim. Kongreye dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay, bölgenin tüm idari ve yerel temsilcileri katıldı.
Kaz Dağları’nın, koruma ve koruyarak geliştirme odaklı bir destinasyon ilan edilmesini sağladım.
Emeklerinizin karşılığını aldınız yani. Peki, takdir edildiniz mi hiç bu çabalarınız nedeniyle?
Yaşamda verilen uğraşlar hiçbir zaman boşa gitmiyor. Ben de bölgesel ve ulusal ölçekte son derece olumlu geri dönüşler aldım.
Çeşitli üniversitelerden onur ödülleri aldım. Yine Sayın Bakan Ertuğrul Günay, bizzat otelime gelerek takdir ve teşekkür beratını takdim etti.
Kaz Dağları’nın güneybatı eteklerinde konumlanan köyüm Yeşilyurt’ta 25 yıllık hayalimi gerçekleştirerek ilk otelimi açıp turizm hamlesini başlattığımda, en yakınımdakiler dahil kimseleri inandıramadım.
Ama şimdi, 25 yıl sonra Yeşilyurt Köyü, ülkemizin en özel turizm merkezlerinden biri oldu.
Bir fani olarak şimdi bu mücadelemin ve ortaya koyduğum eserimin mutluluğunu ve onurunu yaşıyorum.
Sizin turizm anlayışınız, bölgeye hareket getirmiş olmalı…
Benim turizm anlayışım, çeyrek yüzyıl önce eko turizm odaklı ve koruma amaçlı bir turizmdi. Bu konuda sayısız yazılar yazdım.
Yüzlerce söyleşiye, panellere katıldım. Hatta 2005 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Birleşmiş Milletler’in destek verdiği, Uluslararası Eko Turizm Kongresi’ne Türkiye’yi temsilen davet edildim ve katıldım.
Nitelikli bir turizm için öncelikle nitelikle bir çevre gerekir. Çevre ve doğa, bunun için önemlidir.
Şimdi bölgemize gelen yatırımcılar şunu iyi biliyorlar ki; çevreyi tahrip ederek, çevresel değerlere aykırı davranarak asla nitelikli bir turizm yapılamaz.
Şimdi artık Kaz Dağları, dünyanın 200 eko sisteminden biri olmasının yanında, birbirinden güzel tesislerin hizmete girdiği bir turizm destinasyonu haline geldi.
Sizce gezmek için Kaz Dağları’na ne zaman gidilmeli?
Kaz Dağları dört mevsim gidilebilecek bir turizm bölgesi. Burada ilkbaharın coşkusunu da, sonbaharın romantizmini de yaşarsınız.
Yazın gürül gürül akan buz gibi derelerde ve Ege’nin tertemiz sularında serinleyebilir, kışın şömine başında doğanın büyüsünü hissedebilirsiniz.
Kaz Dağları’nda çok sayıda termal SPA var. Buradaki termal suların faydalarından da bahseder misiniz?
Kaz Dağları’nın güneydoğu eteklerinde yer alan Güre Termal Turizm Bölgesi, bakanlıkça tescilli, ülkemizin en değerli termal sularının bulunduğu bir yer.
Yaklaşık 1300 metre derinlerden çıkan termal suların eklem rahatsızlıklarına ve özellikle cilt güzelliğine olan olumlu etkisi, bilimsel olarak da kanıtlanmış.
Oteliniz Ramada Resort Kaz Dağları Thermal&SPA’yı konuşalım biraz da…
İkinci otelimiz olan Ramada Resort, Kuzey Ege’nin uluslararası zincire bağlı ilk beş yıldızı oteli. Sahip olduğu termal su olanakları da otelimize artı değer katıyor.
Yalnızca bir doğa veya termal oteli değil, dağ, deniz ve termalden oluşan üç turizm ürününün bir arada bulunduğu dünyadaki tek destinasyon.
Ayrıca Ramada Otel zincirinin dünyadaki ilk termal oteli.
Zeytinyağı, Kuzey Ege’nin simgesi. Zeytin sizin hayatınızda da özel bir yere sahip sanırım…
Evet, zeytin benim hayatımda son derece önemli. Gözümü zeytinlerin ve zeytinliklerin içinde açtım.
Burada çok özel bir diyaloğu paylaşmak isterim. “Büyük Çetmi” adlı anı romanımda şöyle bir bölüm var;
İbrahim Efendi (babam) bir gün gözlerinin içine bakarak oğlu Mehmet’e şöyle der: “Sen doğduğun yıl bu zeytin dikmelerini ektim oğlum. Seni de, ağaçları da birlikte yetiştiriyorum. Siz beraber büyüyorsunuz. Onun için siz kardeşsiniz!“
10 yaşındaki çocuğa zeytin ağaçlarıyla kardeş olduğunu söyleyen bir anlayış…
İşte benim için zeytin ağacı bu demektir. Benim için ağaçların en kutsalı, en değerlisidir. Yani zeytin ağaçları benim kardeşimdir.
Zeytinyağı ömrümüze ömür katıyor, değil mi?
Zeytinyağının insan sağlığına olan yararları artık herkes tarafından bilinen bir gerçek.
Edremit Körfezi’nin en önemli yemek duraklarından bahsedelim istiyorum. En iyi beş restoranı sorsam, hangilerini sayarsınız?
“En iyi” olarak söylemeyeyim. En küçüğünden ve ünsüzünden en büyüğüne ve ünlüsüne kadar hepsi benim dostum çünkü.
Yazmadığım restoranın bana gönül koymaması mümkün mü? Ama bu konuda internette bir gezinti yapıldığında zaten sayısız isim çıkıyor.
Bir de herkesin damak tadı olarak beklentisi farklı tabii ki.
Hayat, yeryüzüne kısa süreli bir bakış gibidir. Doğanın içinde yaşamak, bu kısacık süreye anlam katabilir… Sizin hayatla nasıl bir ilişkiniz var?
Hayata bakışımı, Konfüçyüs’ün güzel bir sözü ile özetleyebilirim: İnsan iki kanatla uçar. Biri sevgi diğeri bilgidir.
Bir insan yaşamında öğrenmeye, çalışmaya, üretmeye yönelik bir anlayışa ve bu anlayışı hayata geçirmeye odaklanmalıdır.
İnsanı insan yapan değer, öğrenmek ve bu yaşamdan aldıklarını fazlasıyla geri vermek, aydınlık geleceğe bir şeyler bırakabilmektir.
Öte yandan sevmek, yaşamın özünü oluşturur. Doğayı, hayvanları, güneşi, gökyüzünü, denizi ve tabii ki insanları…
Her şey sevmekle başlıyor. Yüreğinizde o sevgi tomurcukları yoksa yaptığınız hiçbir şeyden ve dahası yaşamdan zevk alabilir misiniz?
Sonuç olarak sevgi ve bilgi, insanoğlunu “insan” yapan iki temel değer olarak karşımıza çıkıyor.
Ben, çocukluğumdan beri hep merak ettim. Öğrendim. Bilgilendim. Bu yaşımda bildiklerimin, bilmediklerimin yanında bir toz zerresi kadar olduğunu düşünüyorum.
Öğrenmenin sınırı yok. İnsan, ölürken bile ölümün ne olduğunu öğrenir. Tabii ki, yalnızca bilmek yetmiyor.
Aynı zamanda da “yapabilmek” gerekiyor. Yalnızca kendinize sakladığınız bilginin boş bir şey olduğunu inkâr edebilir miyiz?
Doğanın içinde yaşamanın, bu anlattığım niteliklere olumlu katkı yaptığını rahatça söyleyebilirim.
Çünkü doğa, size her gün yeni bir şeyler öğretiyor. Doğada kandırmaca yok, aldatmaca ve sahtelik yok.
Ne veriyorsanız size fazlasıyla onu iade ediyor. Siz yeter ki doğayla uğraşmayın.
Doğada, sevmeyi ve bilmeyi en yalın haliyle yaşamanız mümkün.
Kaz Dağları çevresinde gezilmesi gereken o kadar çok yer var ki… Sizin favorilerinizi sorayım.
İnanın bu bölgede doğan ve yaşayan biri olarak benim bile hâlâ yeni keşfettiğim yerler oluyor.
Kaz Dağları’nın zirvesi olan 1726 metre yüksekliğindeki Sarıkız Tepesi, benim için çok özel. Çünkü bölgeye kültürel olarak damgasını vuran Sarıkız efsanesinde, Sarıkız’ın yaşamına son verdiği yer burası…
Burada yaşamla ölümün, gerçeklikle efsanelerin iç içe geçtiği sihirli bir duyguya kapılırsınız.
Kaz Dağları’nın diğer efsanesi olan Hasanboğuldu’nun geçtiği yer ve Sütüven Şelalesi de özel bir güzelliktir.
Balıkesir ile Çanakkale il sınırlarını ayıran, Mıhlı Çayı üzerindeki Roma Köprüsü ve Başdeğirmen Şelalesi görülmeye değer.
Kaz Dağları’ndaki çoğunlukla Tahtacı Türkmenlerinin yaşadığı köylerde, sıcak insan ilişkilerini yaşar ve çeşitli öyküleri dinleyebilirsiniz.
Kaz Dağları içinde sayısız irili ufaklı akarsu, dağın buz gibi sularını Edremit Körfezi’ne taşır.
Bu akarsuların yer yer oluşturdukları “büvet” denilen küçük gölcüklerde buz gibi sularda yüzmek müthiş bir deneyimdir.
Güre’deki Sarıkız Müzesi ile Tahtakuşlar Köyü’ndeki Tahtakuşlar Etnografya Galerisi, mutlaka görülmesi ve incelenmesi gereken kültürel eserlerden.
Az önce “Büyük Çetmi” adlı romanınızda geçen bir anınızdan bahsettiniz. Bu romanı nasıl yazdınız, neler anlattınız ve eser hayatınıza neler kattı?
“Büyük Çetmi” romanım, benim çeyrek yüzyıllık bir hayalimdi. Pandemide her iki otelimiz de kapatılınca, doğan boşlukta hemen yazmaya başladım.
Beynimin en ücra köşelerinde korunmuş yarım yüzyıllık anılar bir bir dökülmeye başladı.
Romanın kahramanı 10 yaşındaki Mehmet. Büyükannemden, babamdan, dayımdan, annemden dinlediklerimi bir roman kurgusu içinde kaleme aldım.
Geçmiş kültürler, şu anda anlamı bile bilinmeyen zanaat kolları, o zamanki eğlenceler ve sosyal yaşam var kitabımda.
Belgesel gibi oldu diyebilirim. 80 yıl önce köyüm Büyük Çetmi’de, şimdiki ismiyle Yeşilyurt, kitap okuma ve güzel konuşma yarışmaları yapıldığını rahmetli babamdan büyük şaşkınlıkla dinlerdim.
Rumlarla bizim dedelerimizin uzun yıllar sevgi ve barış içinde yaşadığı bir köydür Büyük Çetmi.
Sayısız öyküler, olaylar barındırır. Karşılıklı kültür alışverişleri yaşanmıştır. Hepsi romanda bir kurgu içerisinde yer alıyor.
Romanınız geçmişte kalan güzellikleri günümüze taşıyor bir anlamda…
Geçmiş dönem Türkiye’sinin o muhteşem sosyal dokusunu ve kültürel zenginliğini gelecek nesillere aktarma anlamında da bir işlev üstleniyor, evet.
“Büyük Çetmi” romanı, benim entelektüel tarafıma büyük bir zenginlik ve değer kattı. Çok ciddi bir ilgi de uyandırdı.
Çok mutlu ve onore eden geri bildirimler alıyorum. Şimdi ikinci baskı hazırlığı içindeyim.
Kitap, Çanakkale Divit Kitabevi’nde satılıyor ve geliri de TEMA Vakfı’na gidecek.
Eski bir TEMA Çanakkale il temsilcisi olarak ayrıca bundan da büyük bir haz alıyorum.
Ben, defne yaprağı ve çiçeğinin sizin için özel bir anlamı olduğunu biliyorum ama okurlarımıza da anlatmanızı istiyorum.
Defne ağacının esasen mitolojik bir hikâyesi var. Aşkının peşinden delicesine koşan Apollon ile ona karşılık vermeyen Daphne’nin hikâyesi.
Apollon’un aşkından kaçan Daphne, kurtuluşu bir ağaca dönüşmekte bulur. Hüzünlü bir öykü…
Defne, ülkemizin hemen her bölgesinde yetişen çok özel bir bitki. En çok Hatay bölgesinde üretiliyor ama Amanos Dağları’nın eteklerindeki ağaçların dalları kesilerek elde ediliyor.
Bu konuda uzun bir araştırma yaptım. Türkiye’de özel bir üretiminin bulunmadığını şaşırarak ve üzülerek gözlemledim.
Özellikle Çin’den ve Avrupa’dan çok büyük bir talep var ama ülkemizdeki doğal yollu üretim bu talebe yanıt veremiyor.
Çanakkale merkeze bağlı Erenköy Köyü’nde gerekli analiz ve araştırmaları yaptıktan sonra geçen sene 65 dönüm alana 6 bin adet defne fidanı ektim.
Üçüncü yıldan itibaren yapraklarından ürün almaya başlayacağız. Burada üzerinde asıl durduğum konu şu:
Son 20 yılda tarımın neredeyse bitme noktasına geldiği, girdilerin arttığı ve çiftçinin topraktan soğuduğu bir dönemde, yepyeni bir üretim modelini bölgede gerçekleştirmek istiyorum.
Yüksek üretim maliyetleri nedeniyle ekilmeyen tarlalarda defnenin yaygınlaştırılması mümkün.
Ne güzel, bölgeye olan katkınız farklı bir alanda da devam ediyor…
İlk gençlik yıllarımdan itibaren bir hayalim vardı. Avukatlık yaptığım süre içerisinde de bu hayalimi hep canlı tutmuştum:
Doğduğum köyü, kültürel ve mimari dokusunu koruyarak bir turizm merkezi haline dönüştürmek.
Şükürler olsun ki bu hayalimi gerçekleştirdim. Bunun tarifi mümkün olmayan mutluluğunu ve onurunu yaşıyorum.
Şimdi ikinci hayalim; Erenköy ve Yenimahalle köylerini gelecekte bir “defne köyü” haline getirmek.
Halkın geçimine bu anlamda bir değer katmanın yolunu açmak.
Tüm özenim ve çabamla bu ikinci hayalimi gerçekleştirmenin heyecanlı uğraşını veriyorum.”